Zamansız Işık
Güneş, sabahın ilk ışıklarıyla kenti usulca uyandırırken, o kadın aynanın karşısında durdu. Elini narince uzatıp, kutunun içinden “Zamansız Işık” küpelerini aldı. Onları takarken gözleri bir an geçmişe gitti — çocukken büyükannesinin zarif gümüş küpeleriyle oynadığı günlere. O ışık, yıllar sonra onun kulağında yeniden doğmuş gibiydi.
Bu küpeler sıradan bir takı değildi. Onlar, nesilden nesile taşınan zarafetin, zamanla yarışan bir güzelliğin simgesiydi. Ne bir çağın modasına aitti, ne de belli bir stile. Onlar her döneme, her kadına uyum sağlayan saf bir ışıltıydı. Tıpkı ay ışığının tarih boyunca hep aynı hayranlıkla izlenmesi gibi…
Her taktığında, o ışık kadına kendini güçlü, şık ve zamanın ötesinde hissettiriyordu. Bir iş toplantısında da olabilir, bir davette ya da bir şiir gecesinde… Nerede olursa olsun, “Zamansız Işık” kadının içindeki özgüveni fısıldıyordu kulağına:
“Sen geçici olanı değil, kalıcı olanı temsil ediyorsun.”
Ve öyleydi gerçekten. Çünkü bazı ışıklar vardır ki, onlar hiçbir zaman sönmez.
Onlar Zamansız Işık’tır.