DERİN DENİZ – BİR YÜZÜĞÜN HİKAYESİ
Bir zamanlar, kıyısı hiç bulunamamış bir deniz vardı. Ne haritalarda yeri belliydi, ne de bir tek gemi o sulara demir atabilmişti. O denizin adı “Derin Deniz”ti.
Derin Deniz, sıradan bir su kütlesi değildi. Geceleri ay ışığını içine çeker, gündüzleri gökyüzünün mavisini aynasız bir sadelikle yansıtırdı. Onun derinliklerinde rüzgâr sustuğunda bile konuşan taşlar vardı. Efsaneye göre, bu taşlardan biri yüzeye yalnızca bir kadının kalbi “kendi içindeki denizle” buluştuğunda çıkardı.
Ve o kadın bir gece geldi.
Ayakkabıları suda iz bırakmayan, gözleri suskun fırtınalarla dolu bir kadındı. Avuçlarına aldığı su, elinden süzülmedi — aksine bir ışık gibi parlayıp parmaklarında bir şekle dönüştü. Bir yüzük…
İşte o an Derin Deniz’in kalbinden kopan taş, altın bir dokuyla örülüp kadının parmağına usulca oturdu. Bu yüzüğün adı o yüzden konulmadı; zaten adı buydu: Derin Deniz.
Taşı sadece bir mavi değil, bir bilgelikti. Derinlikti. Sessizlikti. Dalgaların cevapsız bıraktığı sorulara verilen en sade yanıttı.
Yüzüğü taşıyan her kadın, sadece bir takı takmazdı.
O artık, kendi içindeki denizi dinlemeyi bilen biriydi.