Düş Işığı
Bir hatıranın kulağında yankılanan ışık…
Bir zamanlar, eski bir sahil kasabasında yalnız yaşayan yaşlı bir kadın vardı. Her sabah gün doğmadan deniz kıyısına iner, elleriyle bir şeyler oyalar, sonra dalgaların sesiyle gözlerini kapatırdı. O kadın, gençliğinde büyük bir aşk yaşamış ama sevdiği adamı bir yolculuğa uğurlamış, bir daha da haber alamamıştı.
O adam, gitmeden önce ona şöyle demişti:
“Ben yokken kulağına taktığın her şey, sana beni fısıldasın.”
Kadın yıllar sonra, kasabanın eski antikacısında el işçiliğiyle yapılmış bir küpe buldu. Moru andıran bir grilikte, içinden gün batımının renkleri geçen, etrafı altın iplikle işlenmişti. Küpeyi eline aldığında, yıllardır duymadığı kadar tanıdık bir his sardı içini — sanki adamın sesi küpenin içinde yankılanıyordu.
O günden sonra, bu küpe onun düşlerinin ışığı oldu. Ne zaman taksa, uzak kıyılardan gelen esintilerle o eski aşkı yeniden hissetti. Küpe, sadece bir aksesuar değil, bir hatıranın ışığa dönüşmesiydi.
Düş Işığı, geçmişin duygusunu taşıyan, bugünün zarafetini yansıtan bir parça. Onu takan her kadın, kendi iç hikâyesinin izini kulağında taşır — kimi bir aşkı, kimi bir özgürlüğü, kimi ise sadece içindeki o kadim gücü…