Ay Kedisi
“Parlayan her şey yıldız değildir; bazıları dua gibi iner gecenin koynuna.”
Ay, gökyüzünün en sakin gecesinde bile uykusuzdu. Her gece sessizce dünyayı izler, insanların dualarını, çocukların rüyalarını ve kedilerin mırıldanışlarını dinlerdi. Ama bir gece, gökyüzüne hiç benzemeyen bir ses yükseldi: bir kedinin sessiz ama güçlü bir arzusu.
Bu kedi, siyah kürkü geceyi yutmuş gibi parlayan, gözleri yıldızlardan bir parça taşıyan küçük bir sokak kedisiydi. Adı Lunara idi. Her gece insanların pencerelerinin önünden geçer, içlerinden geçen dilekleri hissederdi. Ama kimse onun dileğini bilmezdi.
Lunara’nın dileği basitti ama imkânsız gibiydi: Ay’ın bir parçası olmak.
Sonsuza dek ışıldamak. Ama bunu yalnızca sevgiyle yapabilirdi.
Ay, bu dileği duyduğunda yüreği titredi. Bir yıldız gibi değil, bir kalp gibi.
Ve o gece, Ay’dan bir parça kopup yeryüzüne indi—pırıltılı bir taş gibi, siyahın içinde kaybolmayan bir ışık gibi.
Ay, Lunara’yı parmak uçlarıyla okşarcasına bir ışıltıyla sardı. Kedinin vücudu ışıltılı taşlarla kaplandı, kuyruğu kıvrıldı, gözleri geceyi delip geçen bir sır gibi parladı. O artık sıradan bir kedi değil, Ay Kedisiydi.
Ay Kedisi artık bir broş olarak yaşıyor. Her onu takan kadının kalbine Ay’dan bir dilek fısıldıyor:
“Kendini hatırla. Işığın nereden geldiğini unutma.”
Ve işte o yüzden… Bu broş sadece bir aksesuar değil.
Bir gece duası. Bir kalp ışıltısı. Ve bir kedinin sonsuz dileği.