Sis Parıltısı
Sabahın ilk ışıkları, denizin üzerinden yavaşça yükselirken ince bir sis tabakası sahili sarıp sarmalamıştı. Güneş henüz gökyüzüne tam çıkamamıştı ama sisin içinden geçen her ışık zerresi, sanki görünmeyen bir pırıltıya dönüşüyordu. Tam o anda, Ela bileğine taktığı bilekliğe baktı. Dumanlı akrilik dokusu ve ortasındaki inci beyazı yüzey, sabah sisinin içinde parlıyordu.
Bu bileklik annesinden yadigârdı. Annesi onunla hep aynı şeyi söylerdi:
“Hayat bazen sis gibidir kızım… Önünü göremezsin. Ama ışığını taşırsan, parlamaya devam edersin.”
Ela, o sabah tam da bu sözü düşünerek yürüyordu sahilde. Hayatında yeni bir sayfa açmaya karar verdiği gündü. Elinde bavulu, kalbinde hafif bir sızı ve bileğinde “sis parıltısı” vardı. Geriye dönüp son bir kez baktı. Sis yavaşça çözülüyor, güneş yükseliyor ve bileklik, annesinin sesiyle birlikte ona eşlik ediyordu:
“Korkma. Parladığın sürece yolun aydınlık olur.”