Havai Fişek
Her şey bir yaz akşamında başladı.
Gökyüzü mora dönmüşken, sahilde çıplak ayak yürüyen bir kadın vardı. Omuzlarında günün sıcaklığından kalma bronzluk, saçlarında hafif bir meltem. Elinde tuttuğu kokteyl değil, o akşamın yıldızı olacak parıltıydı: Kulaklarında yanan bir çift küpe… Havai Fişek.
Sadece bir aksesuar değildi bu. Küpeyi tasarlayan kadın, yıllar önce çocukken ilk kez bir 29 Ekim gecesi gökyüzüne bakan halini hatırlamıştı. Karanlığın içinden ansızın patlayan o sarı, turuncu, kırmızı ışıkları… gözlerinde bir sevinç, içinde bir cesaret bırakmıştı.
Havai Fişek küpeleri, işte tam da bu duygudan doğdu.
Sarı, turuncu ve ateş kırmızısı iplerle elde dokunmuştu. Her ip, bir anıyı simgeliyordu. Her çıkıntı, bir “patlama” anıydı: aniden gülmek, âşık olmak, korkmadan hayal kurmak… Ve her bakışta, o gece gökyüzüne yükselen bir renkti bu küpe.
Takan her kadın, içindeki parıltıyı hatırlasın istendi. Sessiz kalmış sesini, görünmez kalan ışığını yeniden duysun diye.
Havai Fişek, sadece bir takı değil;
Bir kadının kendi gökyüzüne attığı imzaydı.