Mavi Huzur
Güneş, sabahın ilk saatlerinde kumsala altın gibi seriliyordu. İnce ince esen rüzgar, denizin üstünde dans eden ışıltıları kadının saçlarına taşıyor; mavi elbisesi, suyla aynı ritimde salınıyordu.
Kolundaki bileklik, sanki o sabah gökyüzüyle denizin birleştiği yerden kopmuş gibi duruyordu. Turkuazın ve mavinin her tonunu içinde barındıran boncuklar, tenine değdikçe bir huzur yayıyordu içine.
Bileklik, annesinin ona yıllar önce verdiği küçük bir hediyeydi. “Bu, sana dinginliği hatırlatsın,” demişti annesi. “Ne zaman yolunu kaybedersen ya da kalbin yorulursa, maviye bak. Mavi her zaman iyileştirir.”
O gün o bileklikle sahilde yürürken, ne geçmişin yükü vardı omzunda ne de geleceğin telaşı. Sadece o an vardı. Kumun sıcaklığı, martıların sesi ve kalbindeki o derin, dingin his…
İşte o bileklik, sıradan bir aksesuar değil; içinde maviyle gelen bir huzurun hatırasıydı. Ve kadın, ne zaman bilekliğine baksa, içindeki denizi yeniden duyuyordu.
Adı buydu zaten: Mavi Huzur.
İyileştiren, sakinleştiren, hatırlatan…
Sessiz ama derin bir deniz gibi.