Ege Işıltısı
Ege’nin kalbinde, zeytin ağaçlarının gölgesinde kurulmuş eski bir kasaba vardı. Sabahları martı sesleriyle uyanan, taş evlerin duvarlarından yasemin kokularının sızdığı, zamanı yavaşlatan bir yerdi burası.
Kasabanın kıyısında, denize nazır küçük bir atölyede yaşayan bir takı ustası vardı. Her sabah çayını eline alır, denizin sabah mavisine bakarak ilham beklerdi. Ama o sabah farklıydı… Güneş, suyun üzerine öyle bir düşmüştü ki, dalgaların kıvrım kıvrım yüzeyinde altın halkalar dans ediyordu.
İşte o an, o ışık, o suyun dokusu…
O görüntüyü tutmak istedi.
Ve “Ege Işıltısı” doğdu.
Küpede denizin dans eden mavi tonları, içine serpiştirilmiş altın ışıltılarla birleşti. Formu ise hem zarif hem güçlüydü — tıpkı Ege kadınları gibi.
Küpeyi takan herkes, kendini yazın içindeymiş gibi hissediyordu. Rüzgârın saçları savurduğu, bir balıkçı masasında kahkahaların yankılandığı, tenine güneşin değdiği o anlar…
Ege’yi taşıyordu kulağında.
Ege Işıltısı, sadece bir küpe değil;
Bir yaz anısıydı,
Bir kaçıştı,
Bir özgürlük ifadesiydi.
Ve onu takan her kadın, sanki biraz daha kendine benziyordu.