Sakin Işık
Gün batımının en büyülü anıydı. Çölün altın kumları, güneşin son öpücüğüyle alev gibi parlıyordu ama gökyüzü artık yumuşuyordu — pembeye, lilaya, sonra solgun bir maviye… O tam da o anı seviyordu. Ne gündüzdü ne gece. Ne başlangıç ne de son. Sadece “şimdi” vardı.
Kulağındaki küpe, adeta o anın yansımasıydı:
Altın sarısıyla günün sıcaklığını,
Sedef beyazıyla akşamın huzurunu taşıyordu.
Küpeyi ilk taktığında fark etti… O artık sadece bir aksesuar değildi. Bir hatırlatmaydı.
Sakinliğin, gücün en zarif hâli olduğunu,
Parlamanın bağırmakla değil, parıldamakla olduğunu anlatıyordu.
O gün çölde yürürken rüzgârın saçlarına dokunuşu, deveyle göz göze gelişi, kendi iç sesini dinleyişiyle bir bütün oldu.
Ve o an anladı:
Bazı ışıklar göz kamaştırmak için değil, kalbe dokunmak için var olur.
Tıpkı “Sakin Işık” gibi.
Zarif, dengeli ve unutulmaz.