Hasır Öykü
Bir yaz sabahıydı. Ege’nin taş sokaklarında sessizlik hâkimdi henüz. Sadece uzaklardan gelen kuş sesleri ve arada sırada rüzgârla hareket eden zeytin ağaçlarının fısıltısı duyuluyordu. O sabah, yaşlı bir kadının elleriyle ördüğü hasır bir çantanın içinden düşmüştü bu küpe.
Yıllar önce, o kadın gençliğinde deniz kenarındaki küçük bir dükkânda çalışırken, her gün artan bir tutkuyla dokunmuştu hasıra, ağaca, doğaya. O günlerde sevgilisi ona bu küpeyi hediye etmişti: Ahşabın gücüyle, hasırın yumuşaklığının buluştuğu bir parça. “Doğanın kendisi gibi sade, ama her şeyi anlatan bir şey” demişti adam. Kadın yıllarca onu kulağında değil, kalbinde taşıdı.
Zaman geçti. O adam da, o dükkân da gitti. Ama küpe kaldı. Çünkü her hasır ipliğinde bir anı vardı. Her dokusunda, güneşin bir tebessümü.
Şimdi, “Hasır Öykü” bu parçayı takan her kadının kulağında yeniden doğuyor.
Bir yaz sabahı gibi hafif. Bir ilk bakış gibi gerçek.
Ve her kadının kendi öyküsüne dokunuyor;
biraz geçmişten, biraz umuttan…