Narin İnci
Zamanın yavaş aktığı bir sahil kasabasında, eski bir mücevher kutusunda saklanan bir çift küpe vardı. Yıllar boyu kimsenin kulağında parlamamış, ama hep bir günü beklemişti: yeniden sevileceği, takılacağı, hissedileceği günü…
İnci gibi parlak, ama bir o kadar da sade olan bu küpenin adı Narin’di. Annesinden yadigâr kalan bu mücevheri genç bir kadın, annesinin sandığını karıştırırken buldu. Küpeyi eline aldığında, sanki annesinin sıcak gülümsemesi odadaydı. İçinde geçmişten gelen bir zarafet, hiç söylenmemiş bir aşk mektubu, bir rüzgârın kulağa fısıldadığı hatıra gizliydi.
Narin, sadece bir takı değildi.
O; bir kadının ilk dansında kulağında taşıdığı ışıltı,
Bir annenin kızına bıraktığı sevgi izi,
Gecenin ortasında aynaya bakan bir kadının gözlerindeki huzurdu.
Kadın o günden sonra her sabah küpesini taktı.
Güne onunla “merhaba” dedi,
Yalnız kahvesine onunla gülümsedi,
Ve kendini hatırladığı her anın ortasında Narin İnci vardı.
Çünkü bazı parçalar sadece şık olmak için değil,
Var olmak için takılır.